14 Aralık 2010 Salı

"Her şeyden biraz" insanı

Twitter, Facebook gibi sosyal paylaşım ağlarının, hayatımızda büyük değişiklikler yarattığı bir gerçek. Günlük konuşma dilimizi, beğenilerimizi, kendimizi ifade edişimizi, hatta belki de bu kuşağın, gelecek nesillere aktarımını bile etkileyen bir etken olduğu yadsınamaz. Herkesin, babasının çiftliği gibi cirit attığı bu siteler ve oralarda açılan profiller, aslında kendi 'marketing'imizi yapmamıza da fırsat sunuyor. Bir anda hepimiz blogger, computer engineer, amateur dentist, rallici, gurme, yaşam koçu, vahşi yaşam fotoğrafçısı ve evlilik danışmanı olabiliyoruz. Seçim yapmaksızın hem de, hepsi bir anda!
Açıkçası Türkiye'de birçok insanın Dunning-Kruger sendromundan muzdarip olduğunu düşünüyorum. Üniversite bitirmiş, aklı başında, okuyup yazan adam trafiğe çıktığında eli ayağına dolaşıp, ne yapacağını şaşırırken, ilkokul ikiden terk kamyon şoförü gevrek gülüşüyle magandalık yapıyorsa, bu böyledir. Tabii bu sendrom, günlük yaşantımızın her alanında kendini gösteriyor aslında. Okulda, iş yerlerinde ve birçok yerde...
Mesela Ömür Gedik. Alin Yaşçıyan varken, Gedik'in film eleştirmeni diye geçinmesini adaletsiz buluyorum. Bu öyle bir titr ki, plastik cerrahım demekle aynı şey gibi geliyor bana. (Sinema tv mezunu olmanın verdiği hassasiyet belki de) En nitelikli film eleştirisi "Hmm, Angelina Jolie'nin basenleri iri çıkmış ama film güzel" şeklinde olan bu popüler şahsiyet, neye dayanarak film eleştirmeni olduğunu iddia edebiliyor? Sinemayı sevmek, ya da çok film izlemek, bu sıfatı almayı hak etmeyi sağlar mı? Ben bir sinema tv mezunu olarak, hayatımda bir kez bile sinemacıyım demedim, diyemedim. Çünkü bunun, gerçek emektarlara hakaret olduğunun bilincindeyim. Film eleştirisi de yapmadım, çünkü bunun için Freud, Lacan ve Jung'un yalanıp yutulmuş olması gerektiğini, her şeyden öte üstün bir entelektüel birikim lazım geldiğini çok iyi biliyorum. Bunun yanında Umberto Eco, André Bazin gibi isimlerin kuramlarını ve göstergebilim bilmek, daha ziyade, tüm bu bilgileri, bir filmi okuyacak kadar harmanlayıp, analiz etmek gerektiğini de...
Gedik'i günah keçisi ilan etmek değil amacım, ondan yola çıkarak bu yazıyı yazdığım için örnek olarak da onu verdim. Yoksa o kadar emsal var ki... Ben bu kadar kendini bilmezlik içinde, Mahsun Kırmızıgül'ün "Bir Mahsun Kırmızıgül filmi" yerine, "Yazan - Yöneten: Mahsun Kırmızıgül" yazdırmasını büyük bir erdem olarak görüyorum. Kendisine yöneltilen eleştirilerde de itidalli olmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu iki söylemin, birbirinden ne kadar farklı olduğunu sinemayla ilgilenenler bilir.
Son söz olarak, eğer evimize çağırdığımız ustadan memnun kalmıyorsak, saçımızı yaptırdığımız kuaföre lanet yağdırıyorsak, karın boşluğumuzda unutulan gazlı bez bütün hayatımızı mahvediyorsa, işini sevmeyen, iyi yapamayan, her şeyden birazcık olan ve ihtisastan bihaber olan insanlar yüzündendir diyorum ve şimdi bir moda çekimine yetişmek, ardından binicilik dersi vermek üzere yola çıkıyorum.

www.tips-fb.com TwitterTwitter Takip

2 yorum:

  1. çok güzel yazmışsınız.. malesef bir hiçken, ünlü bir eleştirmen, diyetisyen vs olmak çok kolay bu ülkede... tek gereken gazatelerden birinde köşeniz olması.. bu durumda halk aa koskoca gazetede köşe vermişler demek ki uzman bu şahıs diye düşünüyor. böyle yaratıldı ömür gedik, ebru şallı, ayşe arman ve niceleri

    YanıtlaSil
  2. Katılıyorum size. Ayşe Arman'ı belki ayırabiliriz. Yazılarının içeriği ve niteliği tartışılabilir fakat kendisi hem basın yayın mezunu hem de uzun yıllardır bu işin içinde. Ama diğer örnekler kesinlikle yerinde.

    YanıtlaSil