31 Mart 2012 Cumartesi

Ordan burdan no.02

Organik vs. hormonlu

Bir süredir organik beslenmenin ve genetiği değiştirilmiş gıdalardan uzak durmanın önemi konuşuluyor hararetle. Büyük AVM'lerde organik ürün reyonları açılıyor, elmaların kurtlusu aranıyor (eskiden balmumu görünümlü olanları makbuldü), pazarlar organik ve inorganik diye ayrılıyor artık. Elbette hormonlu ya da GDO'lu gıdalar uzun vadede insan bedeninde zararlı sonuçlar doğuruyor ama bu iş de küresel ısınma gibi fazla abartılmış ve rant fırsatına dönüştürülmüş gibi geliyor bana. Bir süre öncesine kadar zemheri ayazında karpuz kadar çileklerden parsayı götüren pazarcı amcalar, şimdi "Orğanik fasülyanın kilosu 10 lira hoho" diye demeçler veriyor kanallara. Yani anlamadığım, biz bu hormonlu gıdaları ne kadardır yiyoruz? 90'lı yıllarda pazarlarda satılan kaliteli ürünleri anımsıyorum. Domatesin kokulu olduğu zamanları da. Hiç de öyle el yakacak fiyatlarda değillerdi. Organik üretimin çiftçiye maliyeti nedir ki bu kadar pahalıya satılabiliyor? Yoksa "organik" algısından mı faydalanılıyor. Bana kalırsa ikinci şık. Turfandadan parsayı götürüp artık ekmek yiyemeyeceğini anlayan kurnazların yeni alanı organik tarım.

Suçlu bulundu: Sokak köpekleri

Bir grup köpek tarafından saldırıya uğrayıp hayatını kaybettiği iddia edilen İranlı adam meselesi yine sokak köpekleri konusunu gündeme getirdi. Belediyelerin bir şey olsa da dayasak zehirli iğneleri diye avuç ovuşturduğu zamanlarda böyle yönlendirici ve kışkırtıcı haberleri haksız buluyorum. Allah'ın unuttuğu yere kurulmuş bir site, köpekler de büyük ihtimalle kısırlaştırılıp şehir dışı diye oraya bırakılmış. Şehirde olsalar dert, olmasalar dert. Bir gram ekmek vermeyip bir de şikayet ediyorlar bize saldırıyorlar diye. Bundan normal ne var? Çakıl taşı yiyecek ya da vahşi kurtlar gibi avlanacak hali yok bu köpeklerin. İnsanlar ya da kurumlar bakmadığı sürece böyle durumlar gerçekleşecek ki ben bu ölümün bu şekilde vuku bulduğundan da şüpheliyim. Türkiye'de geçirdiği ilk gün spora çıkan ve görgü tanıkları tarafından saldırı öncesi yere yığıldığı belirtilen bir adam söz konusu. Yani büyük ihtimalle kendisi bir kalp krizi geçirdi ve köpekler de ya korkudan ya da açlıktan saldırıya geçti. Ha, saldırmasalardı hayatını kaybeder miydi kaybetmez miydi bilinmez ama şu var ki yıllarca o sitelerde oturanlara bir şey olmayıp orada ilk gününü geçiren birinin başına gelmesi ilginç.
Diyeceğim o ki ben de Çanakkale'de şehir dışında bir sitede oturdum bir süre. Bir sürü sokak köpeği ve aç çingene atlarının bulunduğu, başınıza bir şey gelse kimsenin duymayacağı bir yerdi. Buna rağmen saldırıya uğramadım. Naylon hışırtısı duyunca heyecanla üstüme koşmaları ve yemek olmadığını anlayınca kös kös geri gitmeleri haricinde hiçbir tavırlarıyla karşılaşmadım. Yani kurban belirlemeden önce o hayvanları da anlamak, mahrumiyetlerine çözüm bulmak ve en önemlisi haber yaparken kamu oyunu olumsuz yönlendirmektense sadece olup biteni doğru bir şekilde aktarmak gerekiyor. "Sokak köpekleri uyutulmalı" diye çığırtkanlık yapanlarsa bana, ilkokuldayken konferans için okulumuza gelen emniyet amirinin "Öldürüceksin bu sokak çocuklarını, vatana millete hayırları da yok zaten" sözü geliyor.

MDNA çıktı!

Kraliçe Madonna'nın son albümü MDNA nihayet çıktı. Türkiye'de üç versiyonu piyasaya sürülen albümün deluxe olanını edindim. Şık bir kartonet, 2 disc'lik jewel case ve tabii ki birbirinden güzel 17 şarkının tadına varmam zaman alacak. Superstar ve Some Girls dışında albüm gayet başarılı ve doyurucu. Love Spent ve Gang Bang'in ise abartıldığını düşünüyorum ama akustik versiyonunu da dinlemekten geri kalmıyorum. Madonna'nın sabık(alı) işi Hard Candy'nin ise bu albümle kesin bir kategoriye oturduğunu düşünüyorum. Confessions ve MDNA arasında güzel bir yeri var Hard Candy'nin. Madonna'nın ölmeden denemesi gereken bir türdü ve iki turneyle, aynı adlı fitness center zincirleriyle sonuçlandı. Hayranları ne kadar memnun olmasa da dünya sevdi o albümü. MDNA de öyle. TR'de dört günde 30.000, İngiltere'de ise ilk gün 300 küsur bin satarak rekor kırdı. Şimdiki heyecanımız ise 7 Haziran'daki İstanbul konseri. Madonna olmasa şu deli saçması dünyayı şenlendirip renklendirecek başka bir şey yok gerçekten. Çok yaşa kraliçe!
www.tips-fb.com TwitterTwitter Takip

11 Mart 2012 Pazar

Muhafazakarların genel sorunu

AK Parti'nin yaptığı bir ankette halkın yüzde yetmişinin "dindar gençlik" fikrine sıcak baktığı ortaya çıkmış. Ankete katılanların yaş ortalamasını bilmiyorum ama çoğunluk eğer gençlerden oluşuyorsa durum vahim demektir. Bu "Ben her türlü günahı işlemeye meyilliyim, beni dizginleyecek, aynı zamanda beni baştan çıkartan, günaha yaklaştıran etkenleri ortadan kaldıracak bir şeye ihtiyacım var" demektir. Yani iradesizliğin kabulüdür.
Muhafazakarlık sadece Türkiye'de değil, dünyada da yükselişte. Yıllar önce çekilen filmleri, video klipleri izleyip şaşırmamız, ne cesaretmiş dememiz de bundan. Artık çıkan her kitabın, albümün 10 tane versiyonu var; küfürsüz versiyon, argosu seyreltilmiş versiyon, aileleri üzmeyecek versiyon vs. İnsanlar hem kendilerinin hem de yetiştirmekte oldukları çocuklarının olumsuz etkilenmemesi, cinsellikle erken tanışmaması için belirli taleplerde bulunuyorlar. Bazıları makul olmakla birlikte çoğu ikiyüzlülük ve topyeküncülükten ibaret. Mesela internet filtreleme meselesi.
Peki sebep ne? Bence ilk sebep sosyo-ekonomik, diğeri politik. İnsanlar ekonomik krizlerden etkilendikçe, umutsuzluğa düştükçe dine sarılıyorlar. Post-modern dönemlerin getirdiği "Bütün büyük söylemlerin çöküşü ve ideallerin yıkılması" da bu sebeplerden biri. Dünyanın daha umutsuz bir yer olması, madde kullanımının artması, buna bağlı olarak sapkın davranışların yaygınlaşması ve insanların manevi anlamda dayanaklarının olmaması gibi sebepler... Diğer bir sebepse kadim dinlerin, serbest piyasa ekonomisinin en büyük destekçisi olmaları. Dünyaya hakim olan güçlerin tek tanrılı dinlere ikinci baharını yaşatmalarının altındaki etkenlerden biri de bu.
Dindarlık kötü bir şey mi? Tabii ki hayır. Ama hangi noktaya kadar? Dindar olmayı tercih etmeyen ve bu yaşam tarzını benimsemeyen insanların kırmızı çizgilerini aştığı noktaya kadar. Az önce de bahsettiğim topyeküncülük burada da kendini gösteriyor. Dindar gençlik yetiştirme isteği, tek tip beyinler yaratmaktır aynı zamanda. Farklı düşünemeyen, aynı şeylere inanmış ve yaratıcılığı daha da önemlisi benliği hiçe sayılmış bireyler topluluğu demektir. Diğer yandan dinsiz olma hakkını kullanmak isteyen insanların daha fazla göze batması, mahalle baskısının artması, kimi zaman şiddet gösterilerinin meydana gelmesi demektir. (Madımak olayı da bu durumun öncü sarsıntısı değil miydi?) Yani distopyanın ta kendisidir.
Muhafazakarların bir sorunu da her şeyi Allah için yapmaları. Askerdeyken üniversite mezunu bir arkadaşıma "Aç kalan bir insan görsen ona ne için yemek verirdin?" demiş, "Allah rızası için" yanıtını almıştım. "Peki o insanın doyması sana hiç mi mutluluk vermez, açlığının giderilmiş olması içini rahatlatmaz mı?" demiştim, "Aklıma gelmez ki!" demişti. Bence korkunç bir durum. Vicdanın yerine ikame edilen din, bu yüzden işlevini tam olarak yerine getiremiyor. Bir yerlerde bir şeyler eksik kalıyor.
Peki çözüm ne? Çözüm insanları özgür iradeleriyle baş başa bırakmak. Zaten ahiret günü ve hesap verme kavramlarının özü de bu değil mi? Herkes özgür iradesiyle seçtiği yolun bedelini bir şekilde ödeyecek. Aksi takdirde sınavın bir önemi kalmaz.
Yani çözüm fatura ödeme noktalarına "Bay", "Bağyan", "Kız", "Kadın" vezneleri eklemek, başı kapalı kadınlar için lila rengi metrobüsler koymak, hayatı izole ve çekilmez hale getirmekten değil, nefse hakim olmak, elektrik faturası kuyruğunda 60 yaşındaki teyzeden bile tahrik olma, olabilme fikrini kafalardan def etmekten, beyni bacak arasından çıkarmaktan ve her türlü yaşam tarzına saygıdan geçiyor. Bayağı zorlu bir müfredat desenize.

www.tips-fb.com TwitterTwitter Takip