Madonna’nın 1990 tarihli dokü-drama filmi “Truth or Dare” ya da daha çok bilinen ismiyle “In Bed With Madonna”, beklenen ölümlerden önce tutulan yasın, acıyı hafiflettiğini anlatan bir cümleyle başlar. Bu bilgece düşünce, gerçeklerle yüzleşmeye tahammül eşiği düşük olanlar için bir kurtuluş yolu, bir nevî bünyeyi şoktan koruma yöntemidir.
27 yaşındaki başarılı sanatçı Amy Winehouse, iki gün önce, Londra’daki evinde ölü bulundu. Belalı aşkı Blake’le yaşadığı çalkantılı ilişkisi sırasında uyuşturucu illetine bulaşmıştı. Babası bile bir gün kızının öleceğini kabullenmiş, sadece bunun ne zaman olacağını bilmediğini beyan ediyordu. Ölüm tarihi hakkında bahis siteleri açılıyor, tabloid gazetelere skandallarıyla manşet oluyordu. Beklenen son 23 Temmuz 2011’de gerçekleşti. Hayranları, ya da benim gibi koyu hayranı olmasa bile içten içe bağ kuran ve takip edenler de uzunca bir süredir kendini hazırlıyordu. Çünkü malum son adım adım geliyordu.
Ölüm haberleri sosyal medyaya düşer düşmez bizim hoyrat Twitçiler de olaya müdahil oldu. Testiler mi kırılmadı, içlerin yağı mı erimedi, neler neler. Tanrı’dan bile daha yargılayıcı insanoğlu, yine kendinden farklı olanı, başına gelenleri hak ettiği yönünde itham ediyordu. Herkesin bizim kadar güçlü olamayacağını, herkesin acılara sırtını dönüp hiçbir şey olmamış gibi davranamayacağını, hele ki Amy gibi depresif, çevresi tarafından darphane gibi görülen, rehabilitasyona yatırılmak yerine turne için diyar diyar gezdirilen bir insanın yaşayacağı yalnızlık duygusunun çok daha ağır olabileceğini düşünmek bile istemiyorduk. Çünkü önümüzdeki durumun zahiri kısmı çok açıktı: Tuzu kuruluğundan ne yapacağını şaşırmış, dengesiz, marjinal ve belasını arayan! yeniyetme bir şarkıcı. Öyle ya, 40 metrelik yat alıp, 5000 metrekarelik triplekslerde martini yudumlamak varken, kendini harap etmek de neyin nesi?
Diğer yandan, “Afrika’da susuzluk var, onlarca şehidimiz var, onlara üzülmüyorsunuz da bu mu kaldı?” diyenler feryat etmeye başladı. Unuttukları bir şey var ki, o kızdıkları kitle her terörist saldırı sonrası “Barış istiyoruz” dediğinde, “Ne barışı lan, intikam, intikam!”cıların sözlü saldırılarına maruz kaldı. Zavallı bebeler suya bulanmış un bezelerini yerken, Afrika’ya yardım götürülsün diye bağış yaptıkları derneğin yöneticileri, elin memleketinde ceplerini doldurdu. Esasen açıklama yapmak bile çok abes, çünkü bu durumların katiyen birbiriyle en küçük bir ilgisi yok!
Ayrıca yas bencildir. Kendi anneannemizin ölümüyle, arkadaşımızın hiç görmediğimiz anneannesinin ölümünün bize hissettireceği acı farklıdır. Bizim anneannemiz soba üzerinde közlenen kestane demektir, bayramda öpülen nasırlı el demektir. Sandıktaki naftalin kokusu demektir. Yani yitip giden anneannemiz değil, anılarımızdır. Onları bir daha yaşayacağımız umududur. Amy de şarkılarını bizden söküp gitti, onlara yapışıp kalmış anılarımızla…
Diyeceğim o ki, bu topraklarda bir ölüm olduğunda en acı ağıtlar yakılır ama en korkunç cinayetler de bu topraklarda işlenir. Samanlıklar, büyük şehirlerdeki kulüplerin darkroom'u görevini görür de, körpecik kızlar camdan baktı diye canlı canlı gömülür. Bu toprakların insanı, aslında karşısındaki farklı olduğu için değil, karşısındakinde kendi aksini gördüğü için herkese düşmandır. Adama yas bile tutturmazlar. Bari gidenin ardından üzülme hakkımız saklı kalsın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder