12 Temmuz 2011 Salı

Ebeveynmetre

Uzun zamandır insanları tanıyalım köşesine yazmıyordum, bugün yazasım geldi. Sujemiz: Ebeveynler. Çocuk yetiştirmek zor iştir. Yetiştirme metodu seçmekse ondan zor. Hele bir de ailenin büyükleri işe fazla karışıyorsa, her kafadan bir ses çıkıyorsa ortalık Cennet Mahallesi'ne, çocuk da aşureye döner. Her yeni on yılla birlikte saçma sapan çocuk yetiştirme trendleri çıkıyor, kafalar karışıyor. İşte bugün, bu akımlar ışığında şekil alan ebeveynler ve patetik çocuklarını ele alacağız.

1- "Allah verdi, büyür büyür"cüler: Sanırım ülkemizde en çok bunlardan var. Doğum makinesine dönüşmüş zavallı annenin hamile olmadığı en uzun süre üç aydır. Ev, bir devlet okulunun kreşindeki kadar çocuk barındırır. 2000 desibel ölçeğinde ses, nefes alıp verdikçe yeşil yeşil baloncuklanan sümükler, besleme usulü kesilmiş kahküller ve her çocuğun eline tutuşturulmuş yarım somun ekmek anahtar kelimelerdir. Onlara göre bebek Allah'tan gelir, dolayısıyla rızkı da. Bu über abuk düşünce ne kadar gerçeküstüyse, en yakın sağlık ocağından ücretsiz kondom almak ya da spiral taktırma fikri de o kadar gerçektir.
2- "Görkeeem, nerdesiiiin"ciler": İlk kategoriden sonra en çok rastlananı da budur bence. Çünkü bu ebeveyn türüne hem metropollerde, hem gettolarda hem de daha küçük yerleşim birimlerinde birden rastlanır. Aile, zamanında büyük umutlarla büyük şehre gelir. Hem ekonomik hem sosyal olarak uyum zorluğu yaşasa da iyi kötü geçinir. Ama çocuk yetiştirme tarzları ne şehirli ne de köylüdür. Çocuk sabah 8'den itibaren sokağa salınır. Eğer annemizin aklına gelirse arada camdan bakarak "Görkeeeem (e'ler ince), nerdesiiiiiiin" diye bağırır, Görkemcik hala sağ ise "Burdayım yaaaaaa" diye bağırır. Eve gidip domates, peynirden oluşan sandvicini yer ve akşam 9'da eve girer. Girmese de yokluğu anlaşılmaz. Bu ebeveynlerin çocukları, anne-babalarıyla az zaman geçirdikleri, kendileriyle yetişkin gibi konuşulmadığı ve dikkate alınmadıkları için empati yoksunu olurlar, dolayısıyla ne çevre duyarlılığı, ne de başka canlıların yaşamlarına saygıyı öğrenebilirler. Öğretmenlerini sinir hastası etmede on numaradırlar, çoğunlukla sınıftaki ders dinleyen azınlığın dikkatini de bunlar dağıtır. Tek elde etme yolları gürültü, taşkınlık ve "Banane, istiyom yaa" diye bağırmaktır. Birkaç yıl sonra da dehşet saçmak...
3- "Muzunu evde yersin"ciler: Bu grubun, 1980'lerin ikinci yarısına kadar dünyaya getirdikleri çocuklar olmasa şu anda öğretmenler G3'lerle derse giriyor, bizlerse savcılara özel koruma için yalvarıyor olabilirdik. Genelde memur olan bu ebeveynler, komşulara gürültü olmasın diye saat 10'dan sonra televizyonun sesini kısarlar. Küçük yaşlardan itibaren çocuklarına empati kurma, 'sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma' bilincini doğru bir şekilde aşılarlar. Sokağa asla çöp atılmaz, atıldığı görülürse güzelce uyarılarak çöp kutusuna atılması sağlanır. Çocuklarının beslenme çantasına muz koymayanlar da yine bu ebeveynlerdir. Artık 50'lerinin başında olan bu anne-babalar, çocuklarını aşırı saygılı, cahiller ve görgüsüzler tarafından sinik ve pasif olarak adlandırılacak kadar 'medeni' yetiştirdikleri için arada pişman olurlar. Ama hala en ideal çocuk yetiştirme yöntemi onlarınkidir.
4- "Tuanasu kreşini kendi seçicek taam mı"cılar: Bu ebeveyn türü, 90'ların ikinci yarısında ortaya çıkmış ve günümüzde hala varlığını sürdürmektedir. Aklıevvel psikologların "Çocuklarınızla arkadaş olun" nasihatinden sonra kendilerince fark yaratacağını düşünen şaşkın ebeveynler, 5-10 yıl sonra götü boklu çocuklarıyla enseye şaplak olduklarında gerçeği anladılar da yine anane yöntemlerine dönüş başladı şükür ki. Bu anne-babalar çocuklarının ultrason fotoğraflarını hello kitty'li manyetlerle evlerinin giriş kapısına asarlar. 9 ay boyunca video, fotoğraf çeker, günlük tutarlar. Kendilerinin ne kadar modern, hiper Avrupalı olduklarını sansalar ve henüz barbunyaya benzeyen bebekleri için Anjelika, Jacques Berkcan gibi söylemesi acaip meşakkatli isimler seçseler de, taraflardan birinin hacı ana-babasının nuh nebiden kalma ismi yadigar olarak eklenir nüfus kağıdına kaçınılmaz olarak. Elbette ortaya Şehriban Melissa gibi ucubik bir isim çıkar. Bu çocuklar genelde ortaöğretim mezunu doğarlar. Daha doğarken dalgıçlık simülasyonu yaptırılan zavallı bebecik, 5 yaşına gelmeden, 20 yaşındaki ortalama bir insanın tecrübelerine nail olur. Bungee jumping yapmıştır, babasının kucağında paraşütle atlamıştır, Savannnah Çölü'nde çitalarla poz vermiştir ve 30 yaşına geldiğinde yapacak tek şey, ya günde 35 saat çalışarak hayatına anlam kazandırmak ya da damarlarında, kanına oranla yüzde 40 daha fazla bulunan sentetik uyarıcılarla semalara havalanmak olacaktır. Anahtar kelimeler: Amerikan, traş, özgüven, patlama, yaz, kamp, from, M&M's, to, LSD.
5- Organik takıntılılar: Kötünün iyisi olarak adlandırdığım bu grup ebeveynler, "Muzunu evde yersin"ciler ve "Tuanasu kreşini kendi seçicek taam mı"cıların ortasında yer alır. Anne veya babadan biri mutlaka 90'ların cukkayı götürmüş reklamcısı veya medya çalışanıdır. Purosunu içerken bir yandan da millete gevrek gevrek "Yea bu metropol sıktı beni, you know. Egzoz, keşmekeş, hayat bu değil, dude" derken, içinden "Parsayı kaptım, hem artık çağ internet çağı, American Siding'li köy evimden de yaparım işimi" demektedir. Ege'de balta girmemiş bir yerde ev yaptırılır. Alarmlar takılır. Kümesler, bostanlar vesaire de unutulmaz. Tohumlar bile organik seçilir. Annemiz iyi bir okuldan mezundur. Arkadaşlarının "çocukla arkadaş olma" yöntemlerinin ellerinde patladığına doğrudan şahittir. Bu yüzden çocuklarını, hem anne-baba olduklarını hissettirerek hem de özgüvenlerini kazandırarak eğitirler. Çocuğun okulda kullandığı kalemin bile organik olmasına özen gösterilir. Ağzına aldığında boyaları kanser yapmasın diye kalemden bir örnek Los Angeles'a analize gönderilir, Ağustos sonunda bağdan alınan ilk mahsullerin değerleri çıkarılır. Merkeze inildiğinde Dettol yara sprey ve sabunları bol bol zulalanır. Ne kadar kendilerini doğaya teslim etmiş sansalar da aslında bir şehirliden daha şehirli ve izole yaşamaya devam etmektedirler. Çocuklarının Scotch Brite eldivenle inekleri sevmesi ya da peynir altı suyunun değerlerini ezbere biliyor olması bu gerçeği değiştirmez.
www.tips-fb.com TwitterTwitter Takip

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder