Daha sonra farkındalıklar arttı, okuduk, yazdık, çizdik ve neyin ne olduğunu anladık. Bu sefer üniversite hocalarımdan biri, "Sinemacının derdi olmalı" demişti ve ben gülmekte temkinli davranmıştım. Çünkü daha sonra pişman olabilirdim.
İnsanoğlu, ortalama yaşam süresini uzatmada büyük yol kat etti. Penisilinin bulunması, diğer modern teşhis ve tedavi yöntemleri, 40'lı yaşların, bir gözü toprağa baktıran yaştan ziyade "yeni yirmiler" olarak anılmasını başardı. Genetik araştırmalar, spermlerin genetik olarak taranması ve olası hastalıklardan arındırılması gibi gelişmeler, belki ileride süper sağlıklı nesillerin dünyaya gelmesine sebep olacak. Dolayısıyla ömür uzayacak, nüfus yaşlanacak ve kaynaklar daha büyük tehdit altına girecek.
Bildiğiniz üzere dünyaca ünlü ilaç firması Bayer, tarım tekeli Monsanto'yu 66 milyar dolara satın aldı. GDO'lu tohum üretimi, çiftçileri bu tohumlara mecbur bırakışı ve yerli tohum üretimini yasaklamasıyla meşhur Monsanto, artık bir ilaç devinin elinde. Yani amaç bir yandan hasta edip diğer yandan ilaç paralarını cukkalamak mı?
Kanser artık grip kadar yaygın. Üç ay önce sağlıklı bir şekilde sarılıp kucaklaştığınız insan üç ay sonra hayatta olmayabiliyor. Peki Küba gibi sosyalist bir ülke, kısıtlı ar-ge imkanlarıyla kanser aşısını keşfederken, milyar dolarları parmağında oynatan kapitalist ülkeler neden geride kaldı? Mesele kısıtlı fon mu yoksa ilaç firmalarının membası kesilir diye mi korkuluyor? Yoksa halihazırda kesin bir tedavisi var da piyasaya mı sürülmüyor?
Bugün belli başlı hazır gıda, kozmetik, meşrubat ve temizlik ürünlerini üreten onlarca marka, sadece üç - dört kuruluşun elinde. Unilever, P&G, Coca-Cola, Pepsico, Nestle, Kellogg's bunlardan başlıcaları. Yani evde sabununuzu, şampuanınızı üretmek, kakaonuzu, kahvenizi yetiştirmek, diş macununuzu yapmak gibi bir imkanınız yoksa bu markalara mecbursunuz. Yapılan (çoğu saklanan ya da türlü çeşit yöntemlerle yayımı yasaklanan) araştırmalara göre ağır karsinojenler içeren bu ürünler cildimize temas ediyor, midemize giriyor, dokularımıza sirayet ediyor, denizlerimize yayılıyor (en son granüllü kozmetik ürünlerinin deniz canlılarını nasıl öldürdüğüne dair bir makale yayımlandı)... Peki, görünürdeki amacı daha da büyümek, sermayesini katlamak olan bu kuruluşların bir de görünmeyen niyetleri olabilir mi?
Şöyle anlatayım; bir işletme olsam ve müşterilerimin ekmeğine, deterjanına, sütüne küçük miktarlarda cıva katsam, onları yavaş yavaş öldürsem, yaklaşık 2-3 yıl içinde mahallemdeki bütün müşterilerimi öldürmüş olurum. Sonra ne olur? Civar mahallelerden müşteri bulamazsam -ki bu kötü şöhretle bulmam zaten imkansız, anca mecbur bırakmam gerekir- sermayem erir, iflas tehlikesiyle karşılaşırım. Yani uzun vadede kendime zarar vermiş olurum.
Peki bu kuruluşlar dünyanın dört bir yanındaki insanları hasta ederek, kaynakları hızla tüketerek ve çevreyi kirleterek ne elde ediyorlar? Gıda - hastalık - ilaç döngüsünün çok ötesinde bir amaç olabilir mi bu?
Amaç kutsal kitaplardaki kıyamet alametlerini gerçekleştirmek, İsa'nın yeryüzüne dönüşünü bir an evvel sağlamak olabilir mi? Bush'un arkasına aldığı evanjelistlerin bu amaçları her zaman görünürdü. Bunca kurmaca terör saldırısı, ölümler, katliamlar ve salgınlar, İsa'nın dönüşü için planlanıyor olabilir mi? (Bir tanıdığım, evanjelist komşusunun her depremden sonra cama çıkıp sevinç nidaları attığını söylemişti). İlk bakışta deli saçması gibi görünse de, artık bu yerküre üzerinde duyduğum, gördüğüm hiçbir şey beni şaşırtmayacağından, böylesi komplo teorilerine de dudak bükerek yaklaşmıyorum. Yaşadığımız tüm bu acıların, keşmekeşin, hastalığın ve anlamsız mücadelenin kapısı tek bir şeye; "ulvi" bir amacı gerçekleştirme ülküsüne açılıyor olabilir. Diyeceksiniz ki amaç dünyanın sonunu getirmekse, neden tek bir nükleer bombayla halletmiyorlar? İşin "kitabına" uygun ilerlemesini istiyorlardır belki de, kim bilir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder